birkaç ay önce sighthill'deki bir partiden wester halies'deki başka bir partiye yürürken nicola onunla konuşmaya başlamıştı. gruptan ayrılıp güzel güzel sohbet ediyorlardı. nicola konuşmaya gayet istekli görünüyordu. hatta spud'ın ağzından çıkan her sözcüğü can kulağıyla dinliyordu. spud partinin verildiği yere hiçbir zaman varmamayı, sonsuza dek nicola'yla yürüyüp sohbet etmeyi dilemişti. sonra altgeçite girmişlerdi ve spud kolunu nicola'nın omzuna atması gerektiğini düşünmüştü. smiths'in o çok sevdiği 'hiç sönmeyen bir ışık var*' şarkısından bir bölüm gelmişti aklına:
ve karanlık altgeçitte
tanrım, diye düşündüm, işte beklediğim fırsat
ama tuhaf bir korku sardı beni
ve soramadım işte
morrissey'in hüzünlü sesi duygularını özetliyordu. kolunu nichola'nın omzuna atmadı, ondan sonra da onunla konuşmaya eskisi kadar hevesli olmadı. onun yerine rents ve matty'yle yatak odasına çekilip iğne çakmış, nichola'yla işi pişirip pişirmeyeceğini düşünmenin gerginliğinden arınmış olarak özgürlüğün tadını çıkarttı.
*http://www.youtube.com/watch?v=INgXzChwipY
trainspotting sayfa273
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder