24 Ağustos 2012 Cuma

you so fucking special

  bilgeyle oturmuş romantik akşam yemeğimizi yerken elbette türk sinemasındaki batı etkisi üzerine konuşacak değiliz. 17 yıllık dostluğun getirisi olarak otunu bokunu her ayrıntısıyla birbirine anlatan insanlarız. neden bilmiyoruz, bu nasıl bir tesadüfler zinciridir ki yaşadıklarımızı karşılıklı anlayacak kadar benzer fakat farklı olaylar yaşadık. ki bunun tek iyi yanı aynı şarkılarda ortak duyguları paylaşmaya dönüşüverdi.
  biraz daha kafalar güzelleşmeden ne zamandır yazman gerekenleri yazayım da yükümden kurtulayım diyorum.
  diğer insanları bilmiyorum ama benim şu kısa ömrümde aşk diyebileceğim şey her zaman meyveli şarap gibi oldu. yani ona ne şarap diyebilirsin ne meyve suyu o sadece ahududu şarabı. ne zaman çok sevdiysem aklım başımdan gitti, hep hata yaptım hep üzüldüm ama üzüntüm öyle tatlı öyle içten oldu ki kıyıp da bir kenara atamadım. zaten içimden gelen hangi duyguya kıyabilirim ki... belki çok sevilmedim belki çok da sevmedim ne bileyim ama her seferinde bu sefer akıllı olacağım dedim. unuttuğum şey aşkın aklı baştan çıkarıp çorap içinde sakladığı oldu. unuttum çünkü aklım çoraplarımdaydı.
   zaten karşılık bekleseydim aşk ne kadar dürüst olurdu ki? yani yağmurdan sonraki sabahlar gibi, dışarı çıktığımda sadece ayakkabılarım ıslanmadı, gece dışarı çıkıp bizzat kendim ıslandım yağmura ayıp olmasın diye.


15 Ağustos 2012 Çarşamba

stajda ne öğrendim

   52 katlı bir binanın temeli kaç metre kazılır, temeldeki kazıkların donatıları kaç metrede ne kadar sıklaştırılır, izolasyon nerede nasıl ne için yapılır, depremde binalar ayrı ayrı hareket etsin diye kaç metrede dilatasyon yapılır, nerede kaçlık demir kullanılır, perdede metrekareye kaç çiroz konulur, yürüdüğümüz yolların altında kaç santim beton var, betonda çesan mı var dramix mi var, asfalt yaklaşık kaç santim, zeminde giderlere doğru yüzde kaç eğim var, kaldırım bordürleri kaç santim, küp taşların altında ne kadar kum var (evet kaldırım taşlarının altında kumsal var) ve kaldırım betonuna üstlerindeki o tırtıklı görünüm nasıl veriliyor biliyorum ama...
  olduğun ev sıcak mı, yürüdüğün yollar yağmurlu mu, komşuların sesi sana geliyor mu, bozuk kaldırım taşlarına ayağın takılıyor mu, odanın duvarları çatladı mı, penceren nereye bakıyor bilmiyorum.
   bunca bilgi kafama giriyor ama aklım seni hiç almıyor.

yarım

   fotoğraf albümü yapmak için bilgisayardaki binlerce fotoğrafı bir kez daha karıştırıp bastırmaya değer fotoğrafları ayırmaya çalışıyorum. bu işin en zor yanı anılarla boğuşuyor olmak. çünkü bir şekilde kafamdan silmeyi başardığım her şeyin fotoğraflarını bilgisayardan silmemiş olmam bir miktar üzüntüye sebep oluyor.
   uzun bir staj arasından sonra yeniden klavye kullanarak yazmak biraz tuhaf geldi çünkü yaklaşık 1 aydır bilgisayar kullanmıyordum. staj demişken, ne lanet ne kapitalist ne sömürücü bir sektör bu inşaat sektörü diye uzun bir yazı yazabilirim ama eve iş getirmiyorum.
   fotoğraf albümlerine bakarken git gide güzelleşen arkadaşlarımın yanında git gide nasıl da çirkinleştiğimi görüp hiç de üzülmeyişim önemli olanın iç güzellik olduğunu anladığım anlamına mı geliyor yoksa yeni bir psikolojik savunma yöntemi geliştiren beynim estetik anlayışını mı yitirdi bilmiyorum.
   yazıyla başlık uyumlu olsun diye her şeyden biraz söz edip yarım bırakıyorum.
   aslında çok sıkıldım anlatacak çok şey var ben şimdi gidiyorum albüm yapayım sonra gelir anlatırım.